Antik Çağda orta yaşlı bir kadın, genç ve beş çocuklu bir başka kadına kendi yaşam deneyimlerini aktarırken şöyle der: “Çocuklarını sakın sevmeye kalkma çünkü zaten ölecekler”.
Hoş bir şey midir bu söylenenler? Değildir elbette. Peki ama kadın doğruyu mu söylemektedir? Evet, doğruyu söylemektedir.
Vebanın, hastalıkların, açlığın, savaşların, göçlerin, düzensizliğin, doğa olaylarının en acımasız haliyle yaşandığı o dönemlerde insanın varlığı ve varlığını sürdürmesi tüm bu zorlukları aşabilmesine bağlıydı.
O dönemde, belki de o genç kadınla çocukları arasındaki tek bağ sevgi olacakken, bu da, verilen tavsiye ile elinden alınıyordu.
Kesin olan şuydu ki, çocuklarla kadın arasında hiçbir zaman güçlü bir bağ oluşmasına zaman olmayacaktı.
Hamile kalmışsa, kendini istilalardan, salgın hastalıklardan, sel ve depremlerden koruması gerekiyordu. Haydi bunu atlattı ve doğurdu diyelim, bu kez de doğan çocuğu önce bunlardan sonra da açlıktan koruması onun ek sorumluluğuydu. Elbette çocuğu beslemek için kendini de besleyebilmesi önemliydi.
Şansı yolunda gitti diyelim, ilk yılları atlattı, her şey çok güzel. Artık aklından çocuğunu gönlünce sevmek geçiyor. Aksiliğe bakın. Çocuk hastalandı. Hastalığına tanı koyacak doktor yok. Doktorlar zaten o dönemde çocuklarla hiç ilgilenmezdi ki.
Tam “artık çocuğumu sevebilirim” diyordu ki bu kez hastalık geldi ve onu alıp götürdü.
Evet, bu ve benzeri felaketler yüzünden o kadın çocuklarını sevme cesaretine hiç sahip olmadı.
Hatta derler ki yüz nesil anne ve çocuk bu felaketlerin hepsini yaşadı.
Sonra?..
Sonra ne mi oldu?
Uzun yüzyıllar süren bir sürecin ardından çocuğun ve kadının bir özne olduğu gerçeğiyle karşılaştı insan. Bunu kabullenmek öyle pek kolay olmadı. Aslında kabullenmenin tam olarak gerçekleştiğini söylemek de pek olası değil.
Çocukları bir özne olarak görmek kolay öğrenilen bir şey değildir. Ancak, toplumsal rol ve görev paylaşımında “ben bunu öğrenmedim” diyemeyecek alanlar vardır. Bu alanlar, uygarlık ve kültürel gelişmelere paralel olarak genişler.
On dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar doktorlar çocuk hastalıklarını tanımlamışlar ancak çocukları tedaviyi reddetmişlerdir. Neden olarak da çocukların kendini ifade edememesini göstermişlerdir.
Günümüzde çocuklar yine kendilerini ifade edememelerine karşın bilim dalının gösterdiği gelişmeler onların hastalıklarını tedavi edilebilir kılmıştır, kılmaktadır.
Bebekler kendilerini sadece sesler çıkararak ifade ederler. Ama yine de anlaşılır olduklarını söylemek zordur. Bu nedenle en çok annelerine gereksinme duyarlar. Ve de daha önemlisi annelerine en çok karınlarındayken ihtiyaç duyarlar. Onları oradan zorunluluk olmadıkça erken almak tanımlanamaz bir davranıştır.
Çocuklar, sırtlarından para kazanmak üzere nesneleştirilemezler.
Onları eğlence nesnesi yapamazsınız.
Onları narsizminizin nesnesi yapamazsınız.
Onları cinsel nesne yapamazsınız
Onları size ait olduklarını düşünerek şiddet nesnesi yapamazsınız
Onların bedenlerini henüz doğmamış ya da doğmuş halleriyle kendi kazanç hırsınızın nesnesi yapamazsınız.
Dahası onların bedensel sağlıklarını ve yaşamlarını asla ve asla kazanç nesnesi yapamazsınız.
Onlar size direnemezler. Tek yapacakları çaresiz bakmak olacaktır. O bakışları umursamayıp, bebeklerin çaresizliklerini kendi zaferi olarak görmek ve onu nesneleştirip maddi çıkar sağlamak insanlıktan çıkmaktır.
Hele ki bunu, onları yaşatmak üzere yemin etmiş olanlar yaparsa, bunu tanımlamak söz konusu olamaz.
Tanımlayamazsınız çünkü, bunu tanımlamaya kalktığınızda onu sığdırabileceğiniz ne meslek etiği vardır, ne de toplumsal bir ahlak anlayışı.
Böylesi bir davranışı suç olarak tanımlamak bile onu onurlandırmak olur. Böyle bir durumda toplum, olayı yapanları değil olayın kendisini sorgulamakla yükümlüdür. Çünkü yaşananların kökeni bir yerlerde yapılmış bir hatada saklı olabilir.
O zaman kendimize şu soruyu mutlaka sormamız gerekir: “Benim bu suçtaki payım nedir?”
Ben, bu saydıklarımın bir insan (insanlığın bir parçası) tarafından yapılabileceğine inanmıyorum. Düşünmek ve gerçekleştirmek bir yana, olabileceğine inanmak bile bir insanlık suçu olurdu.
Kaynak gösterimi: www.0-18.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder